Seni Sevmiyorum
Julian Barnes, onlarca kitap yazıp onlarca ödül alsa da Türkiye’de hiçbir zaman popüler olmamış bir İngiliz yazar. Barnes’in adını duymamı sağlayan kitap da yazara Man Booker 2011 Ödülü’nü kazandıran romanı Bir Son Duygusu (Orijinal Adı: The Sense of an Ending). Fakat okumak için tercih ettiğim kitabı Seni Sevmiyorum oldu. Bunun nedeni ise, yazarın bu romanı yazarken kullandığı kamera tekniği yöntemi. Romanın üç ana kahramanı da kendi sıraları gelince sözü ele alıyorlar ve her kahramanın gözünden olaylara tanık olabiliyoruz. Bu yöntemle de Barnes okuru kendisine ve kitaba bağlıyor. Siz karakterlerin tek tek ne söylediğini duymak istiyorsunuz. Olaylardan çok karakterlerin iç dünyasına girme merakı sizi kitaba bağlıyor ve şevkinizi canlı tutuyor.
Barnes; roman yazmaya bir kahraman yaratarak başlamadığını, bir ahlaki hata belirleyerek bu hatayı tecrübe eden insanları sonradan betimlediğini ifade etmiş. Seni Sevmiyorum’da da aynı kadını seven iki erkek konu alınmış. Buna ne kadar ahlaki hata derseniz. :) Bu aşk üçgeninin köşeleri ise Oliver, Stuart ve Gillian; ana karakterlerimiz. Stuart ve Oliver’in farklı ihtiyaçlardan beslenen arkadaşlarlıklarına ayrı ayrı kendi gözlerinden bakıyoruz. Düğün günü Gillian’a aşık olduğunu anlayan Stuart’tan duyduklarımızla Barnes’in ahlaki hatasını buluyoruz ve olaylar gelişiyor: “İnsanları tanıdığını düşünüyorsunuz değil mi? Pekala, çok iyi bir arkadaşınız var, evleniyor ve evlendiği gün karısına aşık oluyorsunuz. Eski arkadaşınız buna nasıl tepki verecektir? Sanırım iyi olasılar pek fazla değil. Ah, seni çok iyi anlıyorum denmesi, içtenlikle konuşmak gerekiyorsa, yerinde bir tepki olmasa gerek. Bu işi Kalaşnikofla halledelim bana daha olası bir çözüm olarak gözüküyor. Sürgün, yasaların öngördüğü minimum cezadır.”
Başımıza gelmediği sürece yanıtlanması kolay, klasik sorulara modern yanıtlar veriyor Julian Barnes. Satır aralarında okuyucuya düşündürücü sorular da soruyor: “Niye herkes hep şu Allahın belası kaplumbağanın tarafını tutuyor? Bir kere de değişiklik olsun diye hikayeyi tavşan açısından yorumlayalım.”
Barnes’in başarısındaki en önemli neden, tüm okuyucularının ortak paydası kesinlikle ironi. Zaten Barnes bir ironi yazarı olarak biliniyor. Adının ve konusunun aksine, romanı sıradan olmaktan uzaklaştıran şey tam da bu. Barnes’in aşk ve hayat hakkındaki gerçekçiliği bol miktarda ironi ile birleşince dönüp kendinize bakmanıza ve epeyce de dalga geçmenize neden oluyor. Barnes, hayat biraz da hafife almanız gerektiğini gösteriyor belki de. Aşkın başlangıcı, zamanla değişimi ve kişileri değiştirmesi, var olan duruma göre aşka ve karşı tarafa bakış açısının farklılaşmasının taraflara iyi ya da kötü damgası vurulmadan aktarıldığı bir hikayeye tanık oluyoruz. Bu tanıklıkta beni en çok rahatsız eden şey, iki erkek tarafından sevilen kadın Gillian’ın romandaki edilgen duruşu. Sırf bu nedenle yazarın, birçok okurun kadınları ve ilişkileri çok iyi aktardığı düşüncesine hiç mi hiç katılmıyorum.
Kitabı okurkenki motivasyonumu düşüren şey ise, Stuart karakterinin sürekli Fransızca kelimeler, cümleler kullanması oldu. Yazar, İngiltere’nin en Fransızsever yazarı olarak biliniyor-muş. İngiltere’nin Manş Tüneli’yle Kıta Avrupası’na bağlaması ve yüzyıllar süren fiziksel yalıtılmışlığını yitirmesinden çok kısa bir süre sonra Barnes, Cross Channel (Orijinal Adı: Manş Ötesi) adlı öykü kitabını yayınlıyor ve böylece bu teknolojik gelişim kültürel hayatta da çok anlamlı bir yansıma bulmuş oluyor. Yazar birçok romanında Fransa’ya da atıfta buluyormuş. Yani demek oluyor ki, Barnes okuyacaksanız peşinen Fransızca’yı kabul edin, öyle okuyun. :)
Seni Sevmiyorum 1992 yılında yazılmış ve 89 yılında Barnes’in tüm kitaplarında olduğu gibi yine Serdar Rıfat Kırkoğlu tarafından Türkçe’ye çevrilmiş. Benim okuduğum Ayrıntı yayınlarından 2000 yılında çıkan 2. baskısıydı. Ben çeviri konusunda Serdar Rıfat’ın çok iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum. Ayrıca kitabın orijinal adının Talking It Over olmasına rağmen, Seni Sevmiyorum olarak piyasaya sürülmesi de hem çevirmen hem de yayın evinin doğru bir tercihi bana kalırsa.
Borges ile yakın zamanda olmasa da belki yıllar sonra Aşk Vesaire’siyle veya Bir Son Duygusu ile tekrar bir araya geleceğiz şüphesiz. Veyahut böyle üretken olmaya devam ederse, başka bir ödüllü kitabıyla. Benim goodreads’te dört yıldız verdiğim Seni Sevmiyorum’un - bana göre - her okurun altını kafasında olsa da çizdiği satırlar ise şunlar: “Şuydu vardığım sonuç: İnsan birisiyle birlikte yaşadıkça, yavaş yavaş birlikte yaşadığı kişileri mutlu kılma gücünü yitiriyor; ama buna karşılık onları kırma kapasitesi hiç azalmadan kalıyor. Tabii, tersi de geçerli bunun.”
Seni sevmiyorum ile ilgili yorumlarıma, Vesaire adlı podcast serimin 1. bölümünden de ulaşabilirsiniz. Linki buraya bırakıyorum: Vesaire - Seni Sevmiyorum