İlk Sayfası


“Gittiğin gün ilk ne yapacaksın?” Amsterdam’a tek yön biletimi aldığım andan itibaren birçok kez duydum bu soruyu. Hiç bir zaman da düşünmedim. “Yazarım herhalde.” diyordum cevap olsun diye sadece. 15 gün geçti o uçaktan ineli, kalemi elime alma cesaretini ise ancak gösterebildim.

Altı yıl önce çiçeği burnunda taze bir mühendis olarak mezun olduğumda, bu ülkeden gitmeyi bir kez bile düşünmediğimi anımsıyorum. O zamana dönsek ve bana söyleseniz, bu kararıma kesinlikle inanmazdım. 2015’te Amsterdam’a ilk gelişimde “Burada yaşasam keşke.” demiştim. Sonrasında kopuş tam olarak nerede, ne zaman, neyin tetiklemesi ile oldu gerçekten bilmiyorum. Gideceğim operanın bomba patlaması tehlikesi nedeniyle iptal olmasında mı, üç günlük tatillerde bile meydanlarında özgürlüğü hissedebildiğim yerlerde kaçtığımda mı, sağımda-solumda-karşımda oturan tüm iş arkadaşlarımı başka ülkelere uğurladığımda mı? Gerçekten bilmiyorum. Ülkenin siyasal durumunun bir bataklık haline gelmesi, çalışma hayatının belli bir döngüye girmesi ve elbette kendim olmanın getirdiği bitip tükenmez değişme, dönüşme ve gitme isteği…

Göç etmek, ülke değiştirmek kişinin kendi içine de dönerek yapmak zorunda olduğu bir yolculuk. İki yıl öncesinde bile gitme kararım kafamda çok netti. Bu kadar ayakları yere basan ve damdan düşmeyen bu kararın yaşanma süreci, köklerine bağlı olmayan benim için bile hiç de kolay olmadı. 10 yıldır zaten ailemden ve doğup büyüdüğüm yerden uzakta, kendi ayaklarım üzerinde durarak yaşıyordum. Günde en az üç saatimi yolda geçirdiğim İstanbul’da bile yaşamaktan her zaman büyük keyif almıştım. Bu nedenle araftaki zaman, ne İstanbul’a ve oradaki hayata ait olma ne de Amsterdam’da yeni bir hayata henüz başlamamış olma sürecinde kontrolü elde tutmak her zaman kolay olmadı, olamadı. Veda etmek, seni sen yapan insanlardan ayrılmak, ilmek ilmek ördüğün hayatına uzaktan bakmak, hem kendine hem de etrafındakilerin sana verdiği sıfatlardan vazgeçmek ve arafta olduğum her dakika, her saniye “Kalmak da bir seçenek miydi?” sorusu… Tek diyebileceğim; ancak kendine dönmeye cesareti olanların, kendinden öteye geçmeyi göze alabilenlerin bu süreçte ve sonrasında mutlu olabilecekleri.

Göç etmek, insanın önce kendinden kendine göç etmesi ile başlıyor ve insan her zaman tutunacak bir şeyler arıyor. Ben kafamı kaldırıp gökyüzüne uzun uzun bakacak zamanı bulduğumda anladım. Yalınayak toprağa basıp güneşi içimde hissedebildiğimde, göğsümdeki kuşu uçurmaya cesaret edebildiğimde anladım. İnsanın tutunması gereken tek şeyin sadece kendisi olduğunu. Önce kendisine sarılması gerektiğini. Köklerimi ait olduğu topraktan kazıyıp ancak o zaman dinlenmesi ve özgürleşmesi için suya bırakabildim. Yeniden bir toprağa kök salabilmesi için, elbette biraz daha zamana ihtiyacı var.

“Arkadaşım… Deniz hakkındaki düşüncelerimi anlamana imkan yok, anlamanı sağlamak da istemem. Denizdeyken yalnız olmalıyım.” Denizdeyken yalnız olmalısın. Aynı zamanda birlikte yüzüyoruz, biliyorum.

Yeni bir şeye başlamanın ve başlangıcın sihrine güveniyorum. Seninle yeniden karşılaştığımızda, yeni hikayelerimiz olsun umuduyla.

Geri